Sokratesin Ölümü (Milattan önce 399)
Sokrates, milattan önce 469’da doğduğunda bir taş isçisinin oğluydu. Kendisi de taş işçisi oldu. Babasından öğrendiği sırları uyguluyor, Atina yakınlarındaki taş ocaklarında ustalık yapıyordu. Emekli olduktan sonra hayattaki en önemli iş dediği felsefe tartışmakla uğraştı. Emekli, beyaz giyimli, sandaletli bir adam çarşıda pazarda insanlarla konuşuyor. Fikir geliştiriyordu. Kimseyi rahatsız etmiyordu. Herkes ona bir şeyler danışırdı ama o sürekli “ben hiçbir şey bilmediğimi biliyorum” derdi. Çok mütevazı adamdı.
Gençlere, öğrenme tutkusu olan insanlara öğretmenlik yaptı. Bunu iş olarak değil hayat olarak yapıyordu. Emekli adamın uğraş bulma hevesini bilenler bilir. Sokrates kendini eğlendirecek çok yer, çok imkan buldu. Onun kişisel merakı felsefe, insanların en ihtiyaç duyduğu şeydi. Sorular sordu, cevaplar vermek yerine insanların vermesini sağladı. Buna da “doğurtma” dedi. Hiç düşmanlık beslemedi, kimseye karşı hareket etmedi. Karşısında olduğu bir şey varsa o da insanlığın kendi kendini yok etmesiydi. Zalimliğin, bencilliğin, açgözlülüğün sorgulanmasını istedi. Bunu sadece çarşıda pazarda konuşarak yaptı.
Sokrates’in içinde yaşadığı Atina Devleti dış işlerinde problemliydi. Doğudan Persler, diğer yönlerden de Yunanlılar iktidar mücadelesi içindeydi. Sparta ve müttefiklerine karşı mağlup olunmuştu. Savaşlar ve siyasi mücadeleler demokrasi- halk gücü ile yönetilen devleti zor durumda bırakıyordu. Çareyi demokratik diktatörlükte buldular. Böylelikle hem uygar vatandaşlarını gücendirmeyecek hem de iç ve dış tehditlere karşı güç toplayacaklardı. Yalnız kulaklarına bazen soru sormak, tartışmak, sorgulamak gibi kelimeler geliyordu. Böyle şeyler itaat ve hizmeti aksattığından engellenmeliydi. Bu kelimeleri çok sık kullanan yaşlı bir adam iyice dikkat çekmeye başlamıştı. Sokrates adlı taş ustası bunları dilinden düşürmüyordu. Bir de Delphi’deki kahinle ilgili bir hikaye vardı. Güya kahine en bilge kişi kimdir diye sorduklarında Sokrates adlı çulsuzu söylemişti. Üstelik bu adam ben cahilim diye ortalarda dolanan bir zındık!
Neyine güveniyordu ki? Hemen mahkemeye çıkarıldı. Korkup özür dilemesi ve iktidarı sorgulayanlara ibret olup sinmesi bekleniyordu. Ama o beklenmeyen bir şey yaptı ve mahkemenin üstüne, üstüne gitti. Konuştukça konuştu. Atina gençliğinin aklını karıştırmak, devletin tanrılarına inanmamak ile suçlanıyordu. Halbuki o adalet ve iyilik yargılarının yanlışlığına dikkat çekmiş, kendi toplumu için, kendisiyle eleştiri yapmıştı.
“Beni suçlayanların üzerinizde nasıl bir etki bıraktıklarını bilemem, Atinalılar; ama öylesine inandırıcı konuştular ki, neredeyse bana kendimi unutturdular; ve gene de söylediklerinin hemen hemen tek bir sözcüğü bile doğru değil… …Bu yüzden, ey yargıçlar, ölüm karşısında umutsuz olmayın. Eminlikle bilin ki, ister bu yaşamda olsun isterse ölümden sonra, iyi bir insanın başına hiçbir kötülük gelemez. O ve onun olan hiçbir şey tanrılar tarafından göz ardı edilmez; ne de benim yaklaşan sonum yalnızca bir şans sonucunda olmuştur.” Gibi şeyler söyledi. Ama takan kim? [bak: Sokrates'in Savunması]
Kendisine ne ceza verilmesi gerektiği sorulduğunda ceza olarak ömür boyu maaş bağlanması ve bedava akşam yemekleri gerektiğini söyledi. Atina’nın Hayırlısı olarak harcadığı zamanın karşılığı buydu. Hayırlı oluşu biraz göreliydi. Çoğu zaman bir at sineğine benzetildi. At sineği atı sokarak zararlı gibi görülür ama aslında onu kamçılar. At irkilir ve ileri atılır. Neden af dileyip köşene çekilmiyorsun diyenlere Atina adına savaştığı zamanlardan örnek verdi. Birçok savaşta halkı adına savaşmıştı. Öldürülmemek için felsefeden vazgeçmesini söyleyenler düşman tarafından öldürülecek askerlerin meydandan kaçmasını düşünmeliydi.
Sonuç olarak Atina siyasetine yem oldu Sokrates. Felsefe yapmadan yaşamak yerine. Sonsuza dek yankılanacak felsefe adına bir ölümü tercih etti. Gençleri ayartmak ve devlet tanrılarına bilmem ne yapmak gibi suçlardan mahkum oldu. Kaçmasını söyleyen üç oğlu ve birkaç dostuna karşı çıktı. Ölmesi için getirilen zehri kendisi alıp içti. Kalkıp biraz yürüdü. Önce ayakları uyuştu. Oturdu. Zehri getiren görevli bacaklarına cimdik attığında hissetmedi. Uzanırken dostu Crito’ya –Asclepius’a bir horoz borcumuz var, ödemeyi unutmayın. Dedi. Zehir vücudunu iyice etkiledi. Sonra da hep yaşadı.
*Hayatın Anlamı adlı kitaptan alıntıdır.
Sokratesin Ölümü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder